Doğu Akdeniz Bağlamında Libya Krizi

0

Coğrafya, ülkeleri enerji ve ham maddeye sahip olma noktasında ihraç eden ve ithal eden olarak ikiye ayırmaktadır. Dolayısıyla Doğu Akdeniz coğrafyası da keşfedilen doğal kaynaklarından dolayı kendisine kıyısı bulunan ülkelere ciddi bir avantaj sunmakta; söz konusu ülkeler de bu avantajı fırsata çevirme noktasında bir yarışa girmektedir. Buradan hareketle Doğu Akdeniz’e kıyısı olan Libya’da yaşanan krizin ortaya çıkması ve gelişimi; son gelişmeler ışığında Libya’nın uluslararası deniz hukuku kapsamındaki haklarını ortaya koyarak, Türkiye’nin krize nasıl yaklaşması gerektiği bu çalışmayla anlamlandırılmaya çalışılacaktır.

Libya Krizi’nin Gelişimi

Şüphesiz Libya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin geçirmiş olduğu Arap [Son]Baharı sürecinin en derinden etkilendiği ülkelerden birisidir. 2011 yılının Ocak ayında başlayan Muammer Kaddafi rejimi karşıtı gösteriler hızla ülke geneline yayılmış ve mevcut yönetimin göstericilere karşı takındığı sert tavırdan dolayı önce kendisine destek veren kabileleri, takip eden süreçte ise ilk olarak ülkenin batısını, ardından genelini kaybetmesine ve iktidardan düşmesine sebep olmuştur. Kaddafi’nin 42 yıllık iktidarının ardından trajik bir şekilde öldürülmesinin hemen öncesinde kurulan Ulusal Geçiş Konseyi (UGK); bürokratların, askerlerin, kabilelerin ve dini cemaatlerin katılımıyla ülkenin meşru yönetimini oluşturmuştu.

Libya’nın kabile ve aşiretlerin güçlü olduğu toplumsal yapısı merkezden yönetimi zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla günümüzde de krizin aşılamamasının temelinde siyasi ve ekonomik güç paylaşımının konsolide edilememesi sorunu yatmaktadır. Bununla birlikte Kaddafi’nin düşürülmesi sırasında bir araya gelen milis güçler devrim sonrasında mevcut durumlarını güçlendirmişlerdir. Geçiş sürecinde ülke dışında bulunan Müslüman Kardeşler grubunun ülkeye geri dönmesi ve öne çıkması, ülkenin marjinalleşmesini istemeyen gruplar tarafından engellenmek istenmiş ve iç çatışmanın önü açılmıştır.

Libya’da 2012 yılının Temmuz ayında gerçekleştirilen ilk genel seçimleri Mahmud Cibril’in başkanlığında kurulan Adalet ve İnşa Partisi kazanmış olmasına rağmen, parlamentoda çoğunluğu yakalayamadığı için gerçekleştirilen koalisyonda Liberal olarak tanınan Ali Zeydan başkan olarak seçilmiştir. Ancak bu süreçte ülkedeki kutuplaşma artarak devam etmiş ve siyasi istikrarsızlık ülkedeki güvensizlik ortamının devamına sebebiyet vermiştir. Söz konusu süreçte UGK, özellikle ülkenin güneyinde bulunan ve tarihi geçmişinden gelen misyonuyla stratejik noktaları elinde bulunduran aşiretlerin kendi aralarında çatışma yaşamalarına karşı güç kullanabileceğini deklare ettiği sırada, Eylül 2012’de, ABD Büyükelçi J. Christopher Stevens ve üç büyükelçilik çalışanının öldürülmesiyle ülkenin metropollerinde de karışıklıklar yükselişe geçmiştir.

İstikrarsızlığın giderek arttığı Libya’da, Arap [Son]Baharı sürecinin Suriye ve Mısır’da uluslararası güçler bağlamında farklı bir boyut kazanmasıyla kriz derinleşmiştir. Örneğin; 2013 yılında Mısır’da demokratik seçimlerle iktidara gelen Mursi’ye karşı gerçekleştirilen darbeye İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere bazı Körfez ülkeleri ile Batılı ülkelerin destek vermesiyle yaşanan güç değişiminin siyasi yansımaları Libya’da da hissedilmeye başlamıştır.

Hafter Sonrası Bir Libya Mümkün Mü?

2011 yılında NATO kapsamında gerçekleştirilen askeri müdahaleyle ülkedeki aşiretlerin hâkimiyeti önemli ölçüde kırılmış olsa da; ülkedeki gruplar arası ilişkiler daha da karmaşık bir hal almıştır. 2014 yılında “Onur Operasyonu” ile darbe girişiminde bulunan Halife Hafter, ülkedeki dini gruplardan rahatsızlık duyan ve siyaset sahnesine çıkmak isteyen oluşumların ve bazı uluslararası güçlerin ülkenin petrol kaynakları üzerindeki menfaatleri dolayısıyla desteklenmiştir.

Halife Hafter, 1978-81 yılları arasında gerçekleşen Libya-Çad savaşında esir düşmüş ve ABD ordusunun yardımıyla kurtarılmıştır. Takip eden süreçte ABD’nin siyasi sığınma hakkı tanımasıyla Amerika’ya yerleşen Hafter, Libya’da Kaddafi’ye karşı faaliyetler yürütmesiyle tanınmış; hem Kaddafi yanlıları hem de karşıtları tarafından CIA ajanı olmasından şüphe duyularak mesafeli durulmuştur. Ne tevafuktur ki, Kaddafi’ye karşı ayaklanmaların başladığı 2011 yılında Libya’ya dönen Hafter, Kaddafi’nin devrilmesinin ardından Libya Milli Meclisi tarafından Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmıştır. 2013 yılında yayınladığı muhtıra ile Libya Ulusal Meclisi’ni feshettiğini açıklayan Hafter, 2014 yılındaki “Onur Operasyonu” ile Bingazi’yi ele geçirerek ülkedeki karışıklığa çetrefilli yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu minvalde pek çok Batılı devlet ve onların vekil (BAE, Suudi Arabistan ve Mısır) güçlerinin siyasi ve askeri desteklerini arkasına alarak ilerlemektedir.

Mevcut durumda Libya’da bir tarafta Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti ve diğer tarafta Hafter’in başında olduğu Tobruk merkezli Libya Ulusal Ordusu olmak üzere iki farklı yapı ve bunlara bağlı olan küresel ve bölgesel güçler tarafından desteklenen vekil güçler yer almaktadır. ABD, Rusya, Fransa ve İtalya Hafter’in ülkedeki DAEŞ gibi tedhiş hareketleriyle mücadele ettiğinden dolayı, desteğini açıklamakta ve her iki tarafla da temas halindedir. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)-Suudi Arabistan-Mısır üçlüsü Hafter güçlerini koşulsuz desteklerken; Türkiye-Katar bloku ise BM tarafından meşru kabul edilen Trablus hükümetini desteklemektedir.

General Hafter’in 2019 yılının Nisan ayında Trablus’u ele geçirmek amacıyla başlattığı operasyon, Türkiye’nin de Trablus hükümetine verdiği fiili desteklerle başarısız olmuş; Trablus hükümetinin ele geçirdiği bölgelerde Fransa tarafından Hafter ordusuna verildiği anlaşılan, ABD menşeli anti tank füzelerinin verildiği tespit edilmiştir. Buna göre Fransa’nın BM’nin Libya silah ambargosunu ihlal ettiği görülmekte ise de; Fransa tarafından yapılan açıklamada söz konusu silahların kullanılamaz halde oldukları, imha edilmeleri gerektiği ve 2011 devriminden sonra Libya’daki Fransız askerlerini korumak amacıyla gönderildiği savunulmuştur. Ancak söz konusu silahların nasıl Hafter güçlerinin eline geçtiği açıklanmamıştır.

Libya’da süren bu krizi çözebilmek adına BM ve komşu ülkelerin girişimleriyle barış görüşmeleri başlatılmış ve iç ihtilafı bitirmek ve ulusal birliği sağlamak amacıyla 2015 yılında “Fas Anlaşması” imzalanmıştır. Bu anlaşma Tobruk’ta bulunan Temsilciler Meclisi’nin Yasama Konseyi olarak kabul edilerek; ülkenin sistemsel yapısının yeniden inşa edilmesini öngörüyordu. Takip eden süreçte tarafların bir araya gelmesini sağlayan Fransa, İtalya ve BAE’nin çabaları da mevcut durumda barışın tesisi adına yetersiz kalmış ve kaos içinden çıkılmaz bir hale bürünmüştür. Nitekim İtalya dışındaki diğer güçlerin arkasında durduğu Hafter’in binlerce insanının ölümüne, on binlercesinin de yaralanmasına yol açmış olduğu düşünüldüğünde, söz konusu çağrıları yapan uluslararası güçlerin samimi olmadıkları; dolayısıyla barışın tesisinde yetersiz kalacakları aşikardır.

Doğu Akdeniz Düğümünde Libya’nın Önemi

Libya, tarih ve coğrafya açısından Türk Dış Politikası için önemli bir sevkü’l-ceyş (strateji) noktasıdır. Unutulmamalıdır ki Osmanlı’nın parçalanma süreci Doğu Akdeniz hakimiyetini yitirmesiyle başlamıştır. Ancak Osmanlı döneminden bugüne Türkiye’nin Libya’nın iç bölgelerinde yaşamını sürdüren kabilevî unsurları ile sıkı bağları devam etmekte ve bu bağlamda Libya’daki güçlü konumunu halen korumaktadır.

Günümüzde Doğu Akdeniz jeopolitiğinde yaşanan mücadelede Libya, kıyıdaşlık anlaşmasının imzalanarak Yunanistan’a ve bölgedeki Türkiye karşıtı ittifaka yönelik güçlü durulmasından dolayı kritik önemdeki unsurlardan birisidir. Türkiye’nin Libya ile kıyıdaşlık anlaşması girişimi, Kaddafi’nin iktidarda olduğu dönemde gündeme gelmiş ve ilgili birimler, Yunanistan’ın Girit adası üzerinden planladığı girişimleri hakkında uyarılmıştır. Ancak Kaddafi’nin devrilmesi sonrası süreçte yaşanan kontrolsüz kaos ve oluşan güç boşluğundan (Halife Hafter’in onur operasyonu konjonktüründe) faydalanan Yunanistan, uluslararası deniz hukukuna aykırı bir şekilde tek taraflı olarak Girit adasındaki 39 bin km’lik alanı karasuyu ilan etmiş ve Libya’nın haklarını gasp etmiştir. Bu bağlamda Türkiye, söz konusu girişime karşı çıkmakta ve hem Libya’nın hem de kendisinin haklarını savunarak kıyıdaşlık anlaşmasını yeniden gündeme getirmektedir.

Buradan hareketle Türkiye’nin Libya ile varacağı kıyıdaşlık anlaşmasının iki temel sonucu olacaktır. Bunlardan birincisi Doğu Akdeniz jeopolitiğinde oluşan Türkiye karşıtı ittifaka yönelik Libya ile birlikte hareket ederek daha güçlü bir hareket alanının oluşması temin edilecektir. İkincisi ise Yunanistan’ın Girit adasını kullanarak tek taraflı olarak ilan ettiği 39 bin km’lik karasuları üzerinden Doğu Akdeniz’de çıkarılan doğalgazın Avrupa pazarına taşınması planına set çekilecektir. Dolayısıyla bu planın Türkiye ve Libya’nın haklarını ve kazanımlarını gasp etme emelinde olduğu apaçık ortadadır.

Türkiye-Libya İlişkileri

Türkiye, yakın ilişkiler kurduğu Libya’nın devrik lideri Kaddafi’ye karşı dış müdahalenin Libya toplumunun geleceği için olumsuz sonuçlar doğuracağını belirtmiş; Irak ve Afganistan örneklerini hatırlatmış; bununla birlikte Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sürecinde yaşanan ABD ambargosuna rağmen Kaddafi liderliğindeki Libya’nın her türlü desteği vermesinden dolayı bir vefa duygusuyla hareket etmiştir. Fakat Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) arka arkaya aldığı “Koruma Sorumluluğu” kararlarının uluslararası hukuk yönünden doğurduğu bağlayıcılıktan dolayı alınan kararları uygulamak durumunda kalmıştır. BMGK kararlarından hemen sonra ABD, Fransa ve İngiltere’nin başlattığı askeri operasyonların ertesinde Türkiye’nin tutumu, müdahalenin nasıl yapılacağı, Libya’daki Türklerin güvenle tahliye edilmesi ve ülkede ivedilikle barış ve huzurun tesis edilmesi şeklinde olmuştur.

Onur Operasyonu’ndan bu yana hızlı ilerleyişini sürdüren Hafter güçleri geçtiğimiz günlerde Trablus operasyonu kapsamında Tacura’da göçmenlerin bulunduğu bir barınma merkezine yaptığı saldırıyla onlarca sivilin ölümüne yol açarak insanlık suçu işlemiş; hemen ardından başta BM, Türkiye ve Avrupa Birliği’nin sert tepkisi ise gecikmemiştir. Trablus hükümetinin Hafter’e karşı Garyan kentinde kazandığı zaferin ardından Beni Velid’i işgal ederek Trablus’u hedef alacağı operasyonda bir sıçrama tahtası olarak kullanacağı anlaşılan Hafter güçleri, ülkedeki krizi tırmandıran unsur olarak görülmeli ve uluslararası toplum harekete geçirilerek bu insanlık suçunun önüne geçilmelidir. Bu bağlamda Türk diplomasisi gerekli adımları atarak Libya’nın huzur ve barışında öncü bir rol oynayabilir.

Bugün Türkiye, Libya’da BM tarafından tanınan Trablus hükümetini Libya halkının tek temsilcisi olarak görmekte ise de, sahadaki durum iki parçalı ve arkasına Batı’nın tüm gizil unsurlarının desteğini alan Hafter’in öne çıktığını göstermektedir. Hafter’in komutasında olan Libya Ulusal Ordusu, Libya’nın çok büyük bir bölümünde hâkimiyet kuruyor izlenimi verse de; pratikte durum öyle değildir. Libya’ya hâkim olabilmek için Trablus’u ve Libya’nın iç bölgelerindeki çöllerde yaşamlarını sürdüren kabilevi unsurlara hâkim olunması gerekmektedir.

Türkiye’nin tarihsel anlamda Trablusgarp ile olan dini ve milli ortak geçmişinin yanı sıra; özellikle Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarıyla alakalı menfaatleri noktasında bölgedeki tek müttefikinin de Trablus Ulusal Mutabakat Hükümeti olduğu dikkate alındığında; 1911 Trablusgarp-İtalya savaşına iştirak eden Türk subaylarının  Balkan Savaşları’nın patlak vermesiyle birlikte diğer çatışma noktalarına nakli ve nihayetinde Osmanlının bölgeden çekilmesi tarihi örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin dikkatinin dağıtılmasına hiç bir şekilde izin ver(il)meden ve tarihin tekerrür etmesine mani olunarak; ve dahi bu mezkur hükümetin düşmesinin veya Türkiye’nin çekilmesinin; Türkiye’yi bölgeden bir 100 yıl daha uzak tutulmasına zemin hazırlayacağı ihtimali kenara not edilmelidir.

Bu gerçekleri göz önüne alarak Türk diplomasisi, 2010 yılından bu yana sözde Arap Baharı sürecinin başlangıcından günümüze, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerine yaklaşımında yaptığı hataları göz önüne alarak, pragmatist ve realist geleneksel dış politika arka planını doğru okuyarak Libya’nın tüm unsurlarına karşı çok yönlü diplomasi perspektifiyle yaklaşmalı ve Türk çıkarları doğrultusunda diplomatik kanalları etkin kullanmalıdır.

Not: Bu makale, 23.07.2019 tarihinden AA Analiz’de yayınlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız. 

Share.

Yazar Hakkında

Kaan Devecioğlu, 1991 yılında Ankara’da doğdu. 2014 yılında Ankara Turgut Özal Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden, onur öğrencisi olarak lisans derecesini aldı. 2017 yılında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler anabilim dalında “Türkiye-Afrika İlişkilerinin Politik Ekonomisi: Sudan Örneği” konulu tez çalışması ile yüksek lisansını, yüksek onur öğrencisi olarak tamamladı. Bununla birlikte 2016 yılında tez araştırma bursuyla Almanya Erfurt Üniversitesi, Devlet Bilimleri fakültesinde politik ekonomi konusunda hem dersler aldı hem de araştırmalarda bulundu. Yüksek Lisans yaptığı süreçte akademik projelerde asistanlık yaptı. Uluslararası hakemli dergilerde kitap incelemeleri ve uluslararası hakemli kongrelerin bildiri kitaplarında tam metin olarak yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır. İleri düzeyde İngilizce bilmektedir. İlgi alanları; Türk Dış Politikası, Politik Ekonomi, Sudan özelinde Afrika ve Uluslararası İlişkilerde Yapay Zeka’dır.

Yorum Yap