Dekolonizasyondan 60 Yıllık Bağımsızlığa: Afrika’nın Yaralarını Sarmak Mümkün Müdür?

0

Giriş

Dekolonizasyonu doğrudan ele almadan önce dekolonizasyonu takaddüm eden sömürgecilik kavramına değinmekte fayda var. Uluslararası ilişkiler teorileri çerçevesinde sömürgeciliğin, 16. ve 17. yüzyıllarda ekonomide birikimi amaçlayan merkantilizm sistemi ile başladığı söylemek mümkündür. Ulusçuluk (miliyetçilik) ve ulus-devletlerin güç kapasitesini geliştirme arzusunu tarif eden merkantilizm, Batı Avrupa’da 15. yüzyılın ikinci yarısından 18. yüzyılın ortalarına kadar devam eden bir iktisat teorisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Devletler, kendi ekonomik güçlerini ve potansiyellerini arttırmaya yönelmişlerdir. Bu yönüyle sömürgecilik, sınıf mücadelesinin meydana getirdiği kapitalizmin yayılma süreci olarak da tanımlanabilir.[1] Batıda milliyetçiliğin yayılmasıyla başlayan sömürgecilik süreci ulus ötesine giderek sarkmıştır.[2] Aynı zamanda Batıda evrensel bir uygarlık değeri olarak kabul görmüştür.[3]

Fransa’da başta olmak üzere Batılı ülkeler siyasi, askeri ve ekonomik potansiyellerini güçlendirmek amacıyla ulus ötesi toprakları keşfetmeye yönelmiştir. Ekonomik ve askeri gücünü pekiştimeye çalışan Batılı ülkeler, Afrika kıtasındaki ülkeleri keşfedip tek tek ele geçirerek kıta ülkelerinin çoğunu kendi sömürge ülkeleri haline getirmiştir ki Batının sömürgeciliği yaklaşık 100 yıl sürmüştür. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemlere gelindiğinde ise sömürge ülkeleri, özgürlük davasında bulununca, “sözde dekolonizasyon” eğilimi su yüzüne çıkmıştır.

Dekolonizasyon sürecinin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler’in tüm sömürge ülkelerinin kendi kendini yönetme hakkını tanımasıyla başladığı söylenebilir. SSCB’nin dağılmasıyla başlayan bu süreç gerek Afrika gerekse de Asya’da çok sayıda ülkenin bağımsızlığa kavuşmasını temin etmiştir. 1945 yılında dünya nüfusunun % 33’ü -özellikle Asya ve Afrika kıtalarında- otonom devletlerde yaşamamaktaydı. Fakat 1945’lerde başlayan dekolonizasyon süreçlerinin ardından yaklaşık 80 devlet kurulmuştur.[4] Dekolonizasyon süreciyle hız kazanan mücadeleler sonucunda kurulan devletlerin çoğu Asya ve Afrika’da kurulmuştur. Kimi ülkeler savaşla kimileri ise anlaşmayla bağımsız olmuştur. Uluslararası İlişiler teorileri içerisinde yer alan Marksist analizler çerçevesinde dekolonizasyon, ortaya çıkan yeni devletlerin kendi hâkimiyeti ve ekonomik güçlerini geliştirme siyaseti süreciydi.[5] Afrika’da kurulan devletlerin bağımsızlık süreçlerinin büyük çoğunluğu anlaşmayla olmuştu ve gerek siyasi gerekse ekonomik olarak sömürü sisteminin devamlılığına hizmet eder bir şekilde dizayn edilmişti. Bu çalışmada batının dekolonizasyon sürecinin hazırlanış sürecini ve elli yıllık bağımsızlıktan sonrası Afrika’nın seyreden kara talihinin ne olduğunu değerlendirmeye çalışacağım.

1. Batı’nın Dekolonizasyonu Hazırlayan Temel Araçları

Dekolonizasyonu sömürge ülkelerine yetki devri olarak tanımlanan Batı, bağımsızlık tanırken onların nezdinde devletin en üst kademelerine zihnen ve kalben Batılılaşmış elitler yerleştirmiştir. Aynı zamanda dekolonizasyonu, bağımlılığının devamı için araçsallaştırma yöntemlerinin her türlüsüne başvurmuştur. Başka bir deyişle “sömürge ülkelerini, sömürü merkezinin (sömürgeci ülkeler) periferisi” olarak kalacak şekilde dizayn etmiştir. Yani merkez ve periferi arasında yapısal bir emperiyalist ilişkisi söz konusu olmaktadır. Böylece aralarındaki ilişkileri periferinin aleyhine gerçekleştirmektedir.[6] Dekolonizasyonu hazırlayan ve sömürgeciliğin farklı bir kimliğe bürünerek sürdürülmesini sağlayan temel araçlar arasında askeri antlaşmaları ve ekonomik yardımları ele alıp değerlendirmeye çalışacağım.

Askeri Antlaşmalar

Batı, Afrika ülkelerinin bağımsızlıklarını tanırken sömürge konumundaki ülkelerle savunma ve askeri işbirliği antlaşmaları imzalamıştır. Böylece Batı, sömürge ülkelerinin savaş ve başka nedenlerle toprak bütünlüğü tehdit edildiğinde müdahale edebilecektir. Genel olarak bakıldığında Batı ile bu antlaşmalara imza atan ülkeler birbirleriyle savaşır. Böyle bir durumda Batı, tarafsız kalır ve müzakere eder. Aslında Batı’nın böyle rol üstlenmesi, antlaşmayı gerektirmez. Çünkü geçmişte görüldüğü gibi bu ülkeler aralarında müzakere edebilirler. Örneğin Batı, 1985’de Mali ile Burkina Faso arasında çıkan savaşı bitirmek için çözüm üretememiştir. Tarafların müzakeresi ile savaş sona ermiştir. Günümüze kadar bu askeri antlaşmalar negatif bir şekilde Afrika ülkelerini etkilemektedir. Batı’nın propagandalarıyla sömürge ülkelerde çok sayıda savaşın ortaya çıktığı görülmektedir. Liberya başta olmak üzere Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali Cumhuriyeti ülkelerinde kara propagandayla başlayan savaşların sonucunda bu ülkelerin topraklarının bir kısmı eski sömürgeci ülkenin askerlerinin işgali altındadır. Askeri müdahaleler bazen taraflı olabilmektedir. 2010’da Fildişi Sahili Cumhurbaşkanı Laurent Bagbo’nun iktidarına son verilmesinde Fransız askerlerinin büyük payı olduğu açıktır. Dekolonizasyon sürecinde bağımsızlıklarını kazanan Afrika ülkelerinin çoğu egemen devlet olsa da, statülerinin deniz aşırı devlet statüsünden farkı yoktur.[7]

– Batının Sömürdükleri Ülkelere Karşı İzledikleri Ekonomi Politikası

Batı, sömürge ülkelerine egemenliklerini tanırken ekonomik olarak bağımlılık temelinde bir tanımlama yapmıştır. Bretton Woods kurumlarının Afrika ekonomilerinin yönetimine büyük bir baskı kurduğu göz ardı edilmez. Özllikle Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın teknik yardımları, Afrika ülkelerinin ekonomisini esasında olumsuz etkilemekte ve dönülmesi zor derin yaralar açmaktadır[8]. Neo-kolonyalizmin zeminini oluşturan ekonomik sistemler, yeni bağımsız olan ülkelerin Batı ülkelere bağımlı kalmasına neden olmaktadır. Afrika’nın “CFA Frangı” para birimini kullanan 14 ülkesi, dünyanın fakir ülkeler sıralamasında son 10 ülke arasında yer almaktadır. Sizce bu durum tuhaf değil mi? 21. yüzyılda yapılan incelemelere göre bu ülkelerden gelen göçmen sayısı, diğer ülkelere nazaran çok daha fazladır. Bu para birimi basan ve kontrol eden Fransa, tam aksine para birimi olarak euroyu kullanmaktadır. Euro ile sabit olan CFA Frangı, kullanıldıkları ülkeler arasında bile serbest dolaşıma tabi değildir. Kamerun’da kullanılan frank türü, Mali’dekinden farklı ve Mali’de kullanılan frank ile Kamerun’da alışveriş yapılamamaktadır.[9] Bu nasıl bir garabettir ki, Afrika ülkeleri olarak artık bu duruma bir dur demenin zamanı gelmiştir de geçmektedir.

2. Afrika’nın Başına Gelenlerin Bir Kısmı, Yine Afrikalılar Eliyle İcra Ediliyor!

Genel olarak bakıldığında -Asya kıtasına nazarla- Afrika’nın dekolonizasyon girişiminin başarısız olduğunu görüyoruz. 50-60 yıldır bağımsız olan Afrika ülkeleri, egemen devlet olmalarına rağmen gerek ekonomik büyüme gerekse de sanayisini geliştirme noktasında sıkıntılarla karşı karşıyadır. Bunu bir tarafta devlet adamlarının siyasi sorumluluk eksikliği, milli menfaati yerine bireysel çıkarına öncelik vermeleri, diğer tarafta yöneticilerin adam kayırmacılığı, finansal israfı, yolsuzluğu, seçim hileleri ve narsisizminden kaynaklanmaktadır. İç muhasebeme göre bir Afrikalı olarak,  “Afrika’nın düşmanı, Afrikalı bazı kendini bilmezlerdir.

Dünyada yolsuzluk oranının en yüksek olduğu Afrika’da seçim günlerinde seçmen oyunu satın alacak kadar rüşvet uygulamaları yaygındır.[10] Liderler, yolsuzluk ve rüşvet olgularını teşvik etmektedir. Afrika ülkelerinin liderleri kendi çıkarına göre emperyalistlerle anlaşma yaparak iktidarda uzun süre kalmanın yollarını aramaktadır. Bu süreçte kendilerine yakın çevrelerin-elitlerin ve emperyalist ülkelerin zenginleşmesine yönelik kıtadaki hammaddelerin kullanımına göz yummaktadırlar. Afrika insanının, seçilmişlerin/liderlerinin bu kötü davranışlarını sanki kaderleriymiş gibi algılaması gerçekten büyük bir sorundur.

Bağımsızlıktan bu yana çok sayıda devlet adamı, iktidar tutkunluğu veya kötü yönetişim sistemleriyle devletlerini kaosa sürüklemişlerdir. Afrikalı liderlerin iktidar tutkusu kıtanın genelinde demokrasiyi zedelemektedir. Kıtanın gelişmemişliğinde Batı sömürgeciliğinin bir ağırlığı olsa da Afrikalıların da bilfiil sorumluluk payı büyüktür.[11] Başkasının değil bizim kendi yaramıza merhem olma/bulma sorumluluğumuz var.

3. Afrikalı Entelektüeller (Lider Kadrosu)

Dünyanın farklı yerlerinde özellikle batı ülkelerinde yıllarca eğitim gören Afrikalı entelektüeller, yurda döndüklerinde siyasi ve sosyal düzeylerinde almış oldukları eğitim programlarını ülkelerindekilerle uyumunu tesis edememektedirler. Gerçeği söylemek gerekirse bu entelektüeller, eğitim almış oldukları ülkelerin yaşam standartları çerçevesinde eğitilmişlerdir. Afrikalıdırlar ama Batı’nın Afrika’ya bakışıyla aynı perspektife sahip, -bir kısmı hariç- akılları ipotek altına alınmış kimselerdir. Bu entelektüellerle Afrika’nın acısını dindirmek ve yaralarını sarmak zordur. Çünkü aldıkları eğitimle Beyaz Afrikalı olmuşlar ve Afrika’nın gerçekliğinden uzaklaşmışlardır.

Batılılar Afrika’ya yönelik davrandıkları gibi Afrikalı entelektüeller de maalesef aynı şekilde kıtaya bakmaktadırlar. Entelektüellerin okumuş oldukları ülkelerin gerek eğitim sistemi gerekse yaşam standartları, yönetmekte oldukları ülke standartlarıyla çoğunlukla uyuşmamaktadır. Örneğin Türkiye’de Kamu Hukuku bölümünde doktorasını yapan bir Mali Cumhuriyeti vatandaşı, ülkesine döndükten sonra ülkesindeki bir hukuki birimde çalışabilir mi? Çalışsa da zor olacak çünkü okuduğu ile uygulama alanı aynı sistemle kurulmuş programlar değildir ve farklıdır. Bunun çok sayıda örneği bulunmaktadır. Bu yüzden YTB seçmiş olduğu bursiyer öğrencileri, ilgili ülkelerin yaralarını saracak bir müfredat üzere özel eğitime tabi tutmalı ve Türkiye-Afrika arasındaki ilişkileri güçlendirecek araçlar türetmelidir. Zira Batılı ülkelerde eğitim alan, o ülkelere hizmet ederek Afrika’yı unutan çok sayıda Afrikalı vardır.

Biz Türkiye’yi varlık gösterdiği-göstermediği her Afrika ülkesi için bir umut olarak görmekteyiz ki Türkiye’deki yetkililere buradan seslenmek istiyorum: “Kendi devletinizin imkanlarını, her iki tarafın âli menfaatleri için belirli bir plan dahilinde ve biz kardeşlerinizin sorunlarına reçete sunabilecek şekilde revize etmeniz gerekmektedir.”

4. Afrika’da Entegrasyon Sorunu

Afrika’nın kendi acılarının üstesinden gelebilmesi, kıta ülkelerinin tek başına değil birlik olmalarından geçer. Afrikalıların, sömürgeciler gelmeden önce birlik ve beraberlik içerisinde yaşamakta oldukları, çoğunlukla aynı kültür ve geleneklere sahip oldukları unutulmamalıdır. Afrika devletlerin gelişmesinin ilk adımı, “Afrika Birleşik Devletleri”nin kurulmasından geçer.[12] Bunu gerek mal ve insanların serbest dolaşımı gerekse de kıtadaki olagelen etnik çatışmaların azaltılmasına katkı sunması için başarmamız gerekiyor. Sömügecilikle Afrika’yı dil, din, kültür, sınırlar ve parasal birimlerle parçalayan veya bölen özelde Avrupa genelde Batı, farklı kimliklerle uluslararası düzeyde en başarılı bütünleşme örneğine sahiptir.[13]

Afrika’nın farklı kimliklere sahip olması, Afrika entegrasyonuna engel olmamalıdır.[14] Ayrıca Afrika, kültür, kök ve dil benzerlikleriyle entegrasyonu başarayacak araçlara sahiptir. Örnek olarak dil ele alınırsa Mali, Fildişi, Burkina Faso, Senegal, Gine ve Gambiya ülkelerinde konuşulan “Malinke” dili (Gine’de Malinke, Mali’de Bambara şeklinde isimlendirilir), bu ülkeler arasında entegrasyon sağlanmasına sebep olabilir. Ayrıca daha önce 1958’lerde Mali Cumhuriyeti ilk Cumhurbaşkanı Modibo Keita’nın öncülüğünde Senegal, Nijer, Burkina Faso, Sudan ve Benin ülkelerini içeren Mali Federasyonu tecrübesi ile bir entegrasyon deneyimi yaşamıştı.[15] Fakat bu federasyon girişimini hazmedemeyen Fransa, yürüttüğü bölücü politikalarıyla 1959’de Fildişi, Nijer ve Burkina Faso ülkelerini federasyondan ayırmayı başardı ve 1960’ta tamamen federasyon parçalandı.[16] Başta Güney Afrika ve Mısır olmak üzere Afrika’nın ekonomisi iyi olan ülkelerinin günümüzün Afrika entegrasyonu için büyük sorumluluklar üstlenmesi gerekmektedir. Ancak maalesef ekonomisi iyi olan bu ülkeler şu ana kadar bu entegrasyon girişimine sıcak bakmamaktadırlar. Afrika’nın acılarını dindirmek ancak birlik ve beraberlikle mümkündür. 21. yüzyılda entegrasyon projesi de Afrikalı liderlerden Muammer Kaddafi’nin muhalifler eliyle öldürülmesiyle akamete uğratılmıştır. Kuruluşunda bu yana gerek ekonomik gerekse de kurumsal bağlamda dışa bağımlı olan Afrika Birliği’nin bu entegrasyonu sağlayabileceği ise halen muammadır. Kanaatimizce bu tür yapılar, Afrika’daki uyanışın önündeki en büyük engellerden biri olarak karşımızda durmaktadır.

Sonuç

Yaklaşık yüz yıl boyunca sömürgeciliğin her türlü acısını çeken Afrika kıtası, dekolonizasyon sürecinden günümüze aynı acı ile karşı karşıyadır. 1960’larda kıta genelinde bağımsızlıkarını kazanan Afrika ülkeleri, dünyanın en fakir ülkeleri sıralamasında çoğunlukla yer almaktadırlar. Bu gerek sömürgeciliğin bıraktığı izler gerekse de Afrika insanının özellikle kıta ülke liderlerinin kötü yönetişim ve çeşitlli faktörlerinden kaynaklanmaktadır. Batılaştırılmış bu liderler, Batılıların direktifleriyle kıtayı yönettiği sürece Afrika’nın acısı devam edecektir. Afrika halkları, kendi acılarının üstesinden gelebilmek için entegre olmalı, birlik olmalı ve kıtayı önemsemelidir. Afrika’nın yaralarını sarmak mümkündür, Afrika’nın gerçek sahipleri, gelin omuz verin bu kutlu davaya…

DİPNOTLAR

[1] Diane Either, Introduction aux relations internationales, Presse de l’université de Montreal, 2010, 178.

[2] Emmanuel Tawil, Relations internationales, Vuibert Droit, 3. Edition, 20, http://iman.sn/bibliotek/livres/filieres/relations-internationales/pdfs/relations-internationales-3eme-edition.pdf. 29.07.2018.

[3] Dario Batistella, Théorie des relations internationales, Paris Presse, 3. Edition, 2009, 199.

[4] Diane Either, a.g.e., 178.

[5] Dario Batisttella, a.g.e, 202.

[6] Dario Batisttella, a.g.e., 203.

[7] Garga Haman Aji, Le mal de l’africain, L’harmattan, Paris, 2009, 11.

[8] Garga Haman Aji, a.g.e., 86.

[9] Garga Haman Aji, a.g.e., 96.

[10]Marcus Boni Teiga, “Le mal de l’afrique c’est l’afrique”, http://www.slateafrique.com/20967/pourquoi-afrique-ne-se-developpe-pas-economie-corruption-agriculture, 04.08.2018

[11] Garga Haman Aji, a.g.e., 10.

[12] Garga Haman Aji, a.g.e., 10-16

[13] Diane Either, a.g.e., 198.

[14] Jean Huber Bondu, l’enemi de l’africain c’est l’africain lui-même, http://rdc.mondoblog.org/2015/08/20/lennemi-de-lafrique-cest-lafricain-lui-meme/, 04.08.2018.

[15] “La fédération du Mali un projet politique original”, https://fresques.ina.fr/independances/fiche-media/Indepe00101/la-federation-du-mali-un-projet-politique-original.html, 04.08.2018

[16]Alber Bourgi Japress, “La Fédération du Mali”, https://www.laawan.com/fr/politique/752-la-federation-du-mali.html, 05.08.2018.

Share.

Yazar Hakkında

Amadou TOGOLA, 1985’te Nianjtila-Mali Cumhuriyeti’nde doğdu. Bamako-Mali’de bulunan Bamako Üniversitesi’nin Özel Hukuk bölümünden 2010’da mezun oldu. 2016’da Sakarya Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde doktorasına devam etmektedir. Bambara, Fransızca ve İngilizce’nin yanı sıra Türkçe’yi iyi derecede bilmektedir. 2010 yılında Mali Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nda ve 2016’da MÜSİAD’da (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği) stajyer olarak faaliyetlerde bulundu. İlgi alanları, başta Mali Cumhuriyeti olmak üzere Batı Afrika’da siyaset, sömürgecilik ve emperyalist politikalardır. Hâlihazırda Afrika Araştırmacıları Derneği’nde (AFAM) stajyer olarak görev yapmaktadır.

Yorum Yap