Afrika’nın İlim ve Turizm Merkezi Tunus

0

İnsanlık tarihi kadar zengin geçmişe sahip nadir ülkelerden birisi Tunus’tur. Üç bin yıllık mazisi hemen hemen tüm ayrıntıları ile bilinmektedir. Bilhassa Fenikelilerin asli vatanları olan bugünkü Lübnan sınırlarındaki es-Sûr (Tyr) isimli yurtlarını MÖ 814 yılında bırakıp Akdeniz’in doğusu ile batısı arasında tarih boyunca deniz ulaşımı yapmak isteyenlerin tabii limanları konumundaki buranın sahillerini tutmaları bunun açık göstergesidir. Yaklaşık yedi asırdan fazla Kartaca adıyla kurdukları şehir üzerinden bu devasa denizi çevreleyen Kuzey Afrika ve Güney Avrupa sahillerinin en etkin milleti oldular. En iyi dönemini, üç yıl süren ve MÖ 146 yılında yenilmeleri üzerine Roma işgaline uğramasından önceki zamanlarda yakalamıştı. Yakılıp yıkılan Kartaca’nın yerine kurulan Utique şehri Roma Afrikası’nın başşehri yapılsa da MS 14 yılında yeniden eskisi canlandırıldı. 44 yılında Sezar burada Roma sömürge düzeni kurdu ve burasını imparatorluğun ambarı yaptı. Çok zenginleşen eyalet Roma medeniyetinin göz kamaştıran bölgesi oldu.

İslamiyet’in yayılışı

Müslümanlar Hz. Ömer döneminde başlattıkları fetih hareketlerini Kuzey Afrika’ya doğru yöneltme girişimlerini Hz. Osman’ın hilafetinin ilk altı yılında daha da ilerletip bugünkü Tunus sınırlarına kadar ulaştılar. Fakat Medine’de giderek artan gerginlik üzerine bu seferler bir müddet aksadı ve Hz. Ali dönemi dâhil, senelerce herhangi bir ilerleme kaydedilmedi. Emevilerin 90 yıllık iktidarında ise bu süreç yeniden başlamış ve 732 yılında Fransa’nın başşehri Paris yakınlarındaki Puvatye Meydan Muharebesi’ne kadar 60 yıl hem Kuzey Afrika’nın tamamı hem de Güneybatı Avrupa dâhil geniş bir coğrafyayı içine almıştı. Tunus, Fenike ve Roma dönemindeki gibi yine Afrika kelimesi karşılığında İfrikıyye adıyla tanınmaktaydı. Bölgede yapılan seferlere Muhammed el-Vâkidî de el-Fütûhu İfrikıyye, yani Afrika Fetihleri adını vermiştir. Müslümanlar 698 yılında son kez Kartaca’yı almadan önce bölgede Bizans’ın tesiri iyice azalmıştı. Gerçi Müslümanların Tunus topraklarına ilk girişi 650’de Abdullah İbn Ebi Saad komutasında Sibeytila yakınında Patrik Gregoire’ın ordusunu yenmeleriyle başlar. İlk Emevi halifesi Muaviye zamanında Muaviye İbn Hudeyc 666’da Sûs ve Bizerte şehirlerini, 667’de Cerbe Adası’nı aldı.

Adı Kuzey Afrika ve Sahra yönündeki fetihlerle anılan Ukbe b. Nafi’nin 670’teki seferleri ve Kayrevan şehrini kurması, Müslümanların Mısır’dan sonra Afrika kıtasındaki ikinci önemli idari ve yerleşim yeri oldu. Süveyş Kanalı’ndan Atlas Okyanusu’na kadar Akdeniz’in güney kıyılarında uzanan Büyük Mağrib’in doğusu ile batısı arasındaki fetihlerde Kayrevan ana karargâha dönüştü. Fakat bir Berberi reisi olan Kuseyle’nin tuzağına düşen Ukbe b. Nafi’nin 683’teki şehadeti bölgedeki gücü epeyce durdurdu. Dahası İfrikıyye onun eline geçti. Hasan bin Numan 693’te büyük bir orduyla bölgeye geldi ve 695’te Kartaca’yı aldı. Bölgede sadece Kahine adıyla bilinen bir Berberi kadın, etrafına topladığı kişilerle direnmeye devam etti. Bu arada Bizans, bu karışıklıkları bahane ederek 696’da Kartaca’yı denizden gelip aldı. Kahine de 697’de Araplara saldırdıysa da Müslümanlar Kartaca’yı bir kez daha ele geçirdiler. Hatta Kahine’nin birliklerini yenip kendisini de öldürdüler. Berberiler bu tarihten sonra düşman kabul ettikleri Müslümanların saflarına asker olarak katılıp sonraki seferlerde önemli başarılar elde ettiler. Kayrevan, bir askerî ve idari üs olması yanında ilim ve irfan yuvası da oldu. Berberiler, Emevi-Abbasi gerginliğinden istifade ederek bölgeyi bir sığınma yeri olarak gören Haricilerin tarafını tuttu ve Ebu Kurra isimli birisinin etrafında toplanarak İfrikıyye emiri Ömer b. Hafs’ı öldürüp idareyi ele geçirdilerse de tutunamayıp Cezayir’deki Tilimsan emirine sığındılar.

Emevilerin 750’de yıkılmasından sonra Abbasiler burayı 50 yıl doğrudan Bağdat’tan yönettiyseler de Halife Harun Reşit güvendiği adamlarından İbrahim İbnü’l-Ağleb’i görevini babadan oğula geçecek şekilde yetkilerle donatıp İfrikıyye valisi tayin etti. Tunus Ağlebi emirlerinden Ziyadetullah idaresinde 817’den itibaren 909’a kadar başşehir oldu. Ancak Kutame Berberileri ile iş birliği yapan Şiilerin İsmaili koluna mensup Ebu Abdullah eş-Şiî 893-909 yılları arasında Ağlebileri çöküşe götüren çalışmalar yaptı ve bölgeye davet ettiği Ubeydullah el-Mehdi isimli adamına halifeliğini ilan ettirdiler. Kayrevan şehri ellerine geçti ve Ağlebileri tarihten sildiler. Dahası Fatımiler devletini kurdurup halk nazarında Emevi-Abbasi idarelerini idareyi haksız yere ele geçirenler ve zorbalar olarak tanıttılar. Tüm Mağrip bölgesinde etkinlik kurup kervan yollarını ve bunlardan yapılan ticaretin sürdürülmesini kendi ellerine geçirdiler.

İfrikıyye’de etkili Nükkari Harici Berberilerinin başındaki Ebu Yezid, etrafına topladığı 40 bin kişi ile Fatımileri Kayrevan’dan 945’te çıkardı ve bunlar Zîrî emirinin yardımıyla tarihî Afrika Burnu kayalığını kendilerine sığınak yaptı ve burada çift surlarla inşa edilen şehre Mehdiye adı verildi. Burada 25 yıl kadar yaptıkları hazırlıklarla Mısır’daki İhşidi hanedanını zayıflatıp o zamanki merkez şehir Füstat’ı ele geçirdiler ve hemen yakınına Kahire adıyla yeni bir şehir kurup bölgenin idaresini Buluggin b. Zîrî’ye devredip Tunus’tan oraya taşındılar. Burada kendilerine sadakat ve yardım gösteren Zîrî emirleri onların gidişini fırsat bilip Bağdat ile irtibata geçip Abbasilere bağlanınca bu defa Fatımiler daha önce kendilerinin önünü Kuzey Arabistan’da kestikleri için Mısır’ın Said bölgesine sürdükleri Beni Hilal ve Beni Süleym Bedevi Arap kabilelerine Tunus dâhil tüm Kuzey Afrika’yı işgal etmeleri için verdiler. İbn Haldun’un tabiriyle çekirge sürüleri gibi 250 bin Bedevi Arap XI. yüzyılın ortalarında bölgeye saldırdı ve Kayrevan dâhil tüm İslam medeniyeti adına ne varsa yok etti. Bu defa Zîrîler, Mehdiye’ye sığındılar. Sicilya’yı tekrar ele geçirme çabaları neticesiz kaldığı gibi oradaki Normanlar Tunus sahil şehirlerini ele geçirdiler ve Roma döneminde olduğu gibi Afrika Eyaleti’ni İkinci Robert zamanında 1148’de yeniden kurdularsa da 10 yıl geçmeden Muvahhitler 1160’ta İfrikıyye’yi istiladan kurtardılar. Tunus geçmişteki müreffeh günlerine tekrar döndü ve Akdeniz’i çevreleyen tüm sahil şehirleri ile ticaret gelişti.

Muvahhitler bir müddet sonra Tunus’un idaresini 1228’de Ebu Muhammed Abdülvahit bin Ebi Hafs’a emanet ettiler. Fakat oğlu Ebu Zekeriya Yahya, burasını 1236’da müstakil hâle getirdi ve 1574’te Osmanlıların eline geçene kadar onların idaresinde kaldı. Tunus şehri tekrar başşehir oldu ve Venedikliler, Cenovalılar, Aragonlular ve Sicilyalılar burası ile ticari bağlarını artırdılar. Hafsi ailesinden Ebu Hafs ile Ebu Abbas arasında 1346’da taht kavgası çıkınca Fas’taki Merini Sultanı Ebu’l-Hasan kayınbiraderlerini barıştırmak için buraya gelince 15 Eylül 1345’te İfrikıyye’yi kendisine bağladı. Ebu Hafs’ı yakalatıp öldürttü ama yerli halk İbn Debbus isimli bir terzinin idaresinde 1348’de yapılan Kayrevan Savaşı’nda onu ülkelerinden çıkardılar. Hafsi hanedanı tekrar iktidara geldi.

Tunus, 1348 yılında büyük veba salgını ile halkının çoğunu kaybetti. Yaklaşık 100 yıl sakin bir dönem geçiren bölgeye 1492’de Endülüs’teki son sultanlık olan Gırnata Nasri Emirliği yıkılınca çok sayıda Endülüslü Müslüman ve Yahudi buraya gelmeye başladı. Aragon Kralı Ferdinand ve Kastilya Kraliçesi İzabel’in orduları Müslümanları Kuzey Afrika’da rahat bırakmadılar ve Trablusgarp şehri dâhil tüm sahil şehirlerini yakıp yıktılar, yerli halkın kaçıp kurtulanları hariç geriye kalanları esir ettiler. Onlara yardım edebilecek tek kuvvet Osmanlı denizcileri olan Akdeniz’deki Barbaros kardeşlerdi.

Osmanlılar

Osmanlıların Kuzey Afrika’ya ve özellikle Tunus’a gidişleri kendi idareleri dışındaki bölgedeki Müslümanların yardım çağrılarına cevap için oldu. Padişahlardan II. Beyazıt zamanında başlayan ilişkiler Yavuz Sultan Selim ile giderek gelişti ve Cezayir, Libya ve Tunus’a dolaylı veya doğrudan yardımlar gönderildi. Önce Oruç Reis, kardeşi Barbaros Hayrettin Paşa ile Hafsî emirinden Tunus Gölü’ne giriş kısmında Halkü’l-Vâdî denilen boğazın kıyısındaki kalenin tahsisini istedi. Buradan Akdeniz’e açılıp getirdiği ganimetlerden ona da anlaştıkları hisseleri veriyorlardı. Fakat Barbaros kardeşlerin Cezayir’de kurdukları düzen ve orada Zeyyanilerle ve diğer yerel yöneticilerle yaşadıkları gerginlikten istifade eden Hafsî sultanı kendisini korumaları karşılığında İspanyollardan yardım istedi ve Osmanlı denizcilerinin bölgeye yaklaşmasına fırsat vermedi. Bunun üzerine Barbaros Hayrettin Paşa 1534 yılında Tunus şehrine bir sefer düzenleyerek burasının idaresini ele geçirdi. Ancak Hafsî emiri İspanyolları bölgede tutmak için elinden gelen gayreti gösterdi ve Osmanlı askerleri 1535’te buradan çekildi ve 1569’da Cezayir Beylerbeyi Uluç Ali Paşa burasını bir kez daha yerel halk ile iş birliği yaparak kurtardı. Ancak 1571 yılında Kıbrıs Adası’nın fethi ve ardından Navarin’de Osmanlı donanmasının Avrupa deniz gücü karşısında mağlup olması üzerine Tunus da dönüşe geçen düşmanın saldırısına uğradı ve bir kez daha işgal edildi. Zira Papa, kesinlikle Tunus’a Türklerin ayak basmasını, Cezayir ve Trablusgarp gibi buraları eyalete çevirmelerini istemiyordu. Şayet buraya yerleşecek olurlarsa Afrika’daki tüm Hristiyanlaştırma ve sömürgeleştirme faaliyetleri sona erecekti. Uluç Ali Paşa ise kaptanıderyalığa getirildikten sonra çıktığı Akdeniz seferinde padişah II. Selim’in fermanıyla 1574 yılı Haziran ayında emrine verilen 48 bin Osmanlı askeri ile Temmuz ayı boyunca Tunus’a karadan ve denizden çıkarma yapıldı ve savaş bir ay kadar sürdü. Savaşta 10 bin Osmanlı askeri şehit düştü ve İspanyollar ise daha fazla kayıp verdiler. Bu zaferle Osmanlılar sadece Tunus’a yerleşmediler, tüm Kuzey Afrika Trablusgarp, Tunus ve Cezayir isimli üç Garp Ocağı ile Avrupa istilasını en az üç asır bölgeden uzak tuttular.

Kısa zamanda Tunus’ta kurulan Osmanlı idaresi, İstanbul’dan gönderilen bir beylerbeyi, yeniçerilerin içinden seçilen bir dayı ve yerel halk ile irtibatı kurmada aracı konumunda bir bey tarafından üçlü bir idareye geçti. 1590 yılında yeniçeriler, seçtikleri dayının daha etkin konuma gelmesini sağladılar. Fakat bu durum uzun sürmedi ve aslen Korsikalı olan mühtedi Murat Bey, idareyi 1613’te ele geçirdi ve 1705 yılına kadar soyundan gelen beyler bu eyaleti Osmanlı Devleti’ne bağlı şekilde yönettiler. Ardından Aydınlı bir yeniçeri olan Hüseyin bin Ali, bu defa idareyi ele aldı ve onun soyundan gelenler 1881’deki Fransız himaye antlaşması ile iktidarlarını büyük oranda devretseler de temsili olarak Tunus Beyi olarak 1957 yılına kadar varlıklarını devam ettirdiler. Her iki dönemde de başşehir Tunus olmak üzere tüm şehirlerde çok sayıda cami, mescit, medrese, köprü ve farklı binalar yapıldı. Kayrevan’da dokunan halılarda Anadolu motifleri giderek öne çıktı. Osmanlı soyluları ile Tunus yerlileri arasında sıkı akrabalık bağları kuruldu. Bu eyalet, Fransızlar burayı işgal ettiklerinde büyük oranda gelişmiş ve modern bir ülke özelliklerine sahipti.

Sömürgecilik

Fransızlar ile İtalyanlar arasında Tunus üzerinde ciddi bir rekabet vardı ve burasını ele geçirmek için kıyasıya mücadele yaşanmaktaydı. İngilizler, Süveyş Kanalı 1869’da açıldıktan sonra Akdeniz’de seyreden gemilerinin Fransa tarafından idare edilmesine sessiz kaldı. Çünkü İtalya-Tunus arası deniz geçişlerinde sıkıntı yaşamak istemiyordu. Tunus beyleri lüks ve aşırı tüketime alıştırıldı ve giderlerin karşılanması için alınan dış borçlar ödenemeyince bu defa 1869’da İngiliz, Fransız ve İtalyanların kurduğu İflas Komisyonu eyaleti iyice zora soktu. Fransız askerleri Cezayir’in Tunus sınırına yakın bir bölgesindeki kabileler arası gerginliği bahane ederek sınırı geçip engelle karşılaşmadan 1881 yılı Nisan ayında başkent Tunus’a gelip yerleşti ve eyaletin tamamı üç haftada kolayca düşmanın eline geçti.

Tunus Beyi Mehmet Sadık Bey’e 12 Mayıs 1881’de imzalatılan antlaşma ile Osmanlı Devleti’ne bağlılığına son verildi. Gerçi bu antlaşma imzalanır imzalanmaz Mehmet Sadık Bey, makamından uzaklaştırıldı ve yerine kardeşi Tayyib Bey geçirilerek kendisine derhâl Bardo Antlaşması imzalatıldı ve eyaleti gerçek anlamda idare etmek üzere de bir sömürge valisi tayin edildi. 8 Haziran 1883’te imzalanan La Marsa Antlaşması ile de Fransa, Tunus’un hem iç işlerine karışma yetkisine sahip oldu hem de uluslararası toplantılarda burasını temsil hakkına kavuştu. Himaye sözde kaldı ve resmen bir sömürge idaresi tesis edildi, halkın elindeki verimli araziler alınarak Fransa dâhil Avrupa’nın farklı ülkelerinden getirilen fakir köylülere dağıtıldı. Arapça eğitimin yanında Fransızca da mecburi olarak konuldu. Tunus halkı büyük bir hayal kırıklığına uğradı.

Bağımsızlık

1. yüzyılda kaderleri kararan diğer Afrika toplumları gibi Tunus da bir an evvel Fransız işgaline son vermek istiyordu. 1907’de Genç Tunuslular adıyla bir hareket doğdu. Bunu I. Dünya Savaşı sonrasında Destur isimli hareketin kurulması izledi. Ancak giderek genişleyen bu hareket, içinde İslami değerlere önem veren Destur ile modernliği öne çeken ve laikliğe çokça vurgu yapan Yeni Destur olmak üzere 2 Mart 1934’te ikiye ayrıldı. Fransızlara karşı giderek artan direnişçi tavırda öne çıkan Yeni Destur hareketi Habib Burgiba öncülüğünde ülkenin kaderinde söz sahibi oldu. 1953-1954’te saldırılar giderek artınca Fransa buranın bağımsızlığına yanaşmadığı için 70 bin asker sevk etti ancak istediğini elde edemedi. 20 Mart 1956’da Tunus’un bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Burgiba 11 Nisan 1956’da Tunus Bey’i Lamine Bey’in başbakanı olduysa da 25 Temmuz günü beylik kaldırılınca bu sefer devlet başkanı oldu. 1987 yılında başbakanı Zeynelabidin b. Ali yaptığı darbeyle iktidara geldi. Ülkeyi modernleştirme adına halkın dinî inançları üzerinde büyük baskı uyguladı. Halefi de 15 Ocak 2011’de 24 yıl demir yumruk gibi baskıyla yönettiği ülkesinden kaçırılana kadar benzeri uygulamalara devam etti. Arap ülkelerinde 2010 yılında ilk halk ayaklanması Tunus’ta başladıysa da genel olarak uysal bir toplum oldukları için ülkeye fazla zarar vermediler. Bunda ülkenin son elli yılındaki siyasi hayatına ciddi derecede yön veren Nahda hareketi önderi Raşid el-Gannuşi etkili oldu ve ülkede taşkınlık yapılmasını daima önledi.

Turizme elverişli sahilleri sayesinde yılda milyonlarca turiste ev sahipliği yapan Tunus, tarihin tüm ihtişamlı dönemlerine ait izler taşımaktadır. Zeytune Medresesi Kuzey Afrika kadar bilhassa kıtanın diğer bölgelerinden gelen öğrencilere başta dinî eğitim olmak üzere şimdilerde üniversiteye dönüşen yapısıyla önemli bir ilim ve irfan merkezidir. İbn Haldun ve Tunuslu Hayreddin Paşa gibi çok sayıda bilim adamı bu ülkede yetişerek asırlardır eserleri elden ele dolaşmaktadır.

Not: Bu makale, 6 Ağustos 2018 tarihinde Diyanet Aylık Dergi’de yayınlanmıştır.

Share.

Yazar Hakkında

Prof. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi. 1964 yılında Vezirköprü’de doğdu. Merzifon İmam-Hatip Lisesi (1982) ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde (1987) eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye Diyanet Vakfı bursuyla yüksek lisansını (1991) ve doktorasını (1996) Paris’te tamamladı, aynı yıl Üsküdar’da İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) araştırmacı olarak çalışmaya başladı. 2002’de doçentlik unvanı aldı. 2006 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü öğretim üyesi ve bölüm başkanı oldu. 2008-2011 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık’ta Afrika ile ilgili konularda müşavir olarak görev yaptı. 2009 yılında profesörlük unvanı aldı. 2011 yılı Eylül ayında görev değişikliği yaparak İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyasi Tarih Anabilim dalına geçiş yaptı. 2013 yılı Mart ayında Afrika ülkelerinden Çad Cumhuriyeti’nin başkenti Encemine’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk büyükelçisi olarak göreve başladı ve iki buçuk yıl bu görevini sürdürdükten sonra 2015 yılı Ağustos ayında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanı olarak tayin edildi. Batı Afrika Ülkelerinden Mali Cumhuriyeti’ndeki ilk ve öğretim seviyesindeki özel eğitim kurumları medreseler üzerine hazırladığı doktora çalışması IRCICA tarafından L’enseignement islamique en Afrique francophone: Les médersas de la République du Mali adıyla Fransızca olarak 2003’de İstanbul’da basıldı. Geçmişten Günümüze Afrika (Kitabevi, İstanbul 2005); Osmanlı-Afrika İlişkileri (Kitabevi, İstanbul 2011/1. baskı, 2013/2. baskı, 2015/3. baskı); Les relations turco-tchadiennes: La politique ottomane en Afrique centrale (TİKA, İstanbul 2014) adlı kitaplarının yanı sıra Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi-İSAM tarafından yayımı tamamlanan İslam Ansiklopedisi için önemli kısmı Afrika hakkında 95 madde yazdı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde “Afrika”, “Osmanlı Afrikası”, “Osmanlı-Fransa Münasebetleri” ve “Osmanlı’da Dini Hayat” üzerine araştırmalar yapmakta olup bu konularla ilgili basılmış kitapları, farklı dergilerde bu konular hakkında çok sayıda makalesi, yurt içi ve yurt dışında düzenlenen ilmi toplantılarda takdim ettiği tebliğleri yayımlanmış bulunmaktadır. Evli ve üç çocuk babası olup Arapça, Fransızca ve İngilizce yanında Paris Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Milli Enstitüsü’nde (INALCO/Institut National des Langues et Civilisations Orientales) eğitimini aldığı Bambara ve Volof Afrika yerel dilleri ile ilgili dersleri takip etmiştir. Prof. Dr. Ahmet Kavas, hâlihazırda Afrika Araştırmacıları Derneği’nin (AFAM) kurucu başkanlığı görevini yürütmektedir.

Yorum Yap