Afrika’da Enerji: Türkiye’nin Yol Haritası Ne Olmalıdır?

0

Türkiye’nin oldukça başarılı olduğu ve dünya genelinde de çok sayıda projeye imza attığı inşaat sektöründeki tecrübe ve birikimini enerji sektörüyle birleştirerek Sahraaltı Afrika’nın oldukça yetersiz olduğu enerji altyapısına yönelik yatırım faaliyetlerinde bulunması ve bunun yanı sıra özellikle kaynak zengini ülkeler ile yapılacak anlaşmalar çerçevesinde bu ülkelerde kaynak arama, çıkarma ve işletme faaliyetlerinde bulunulması ve bu sayede enerjiye yönelik olan dışa bağımlılığın azaltılarak enerji arz güvenliğinin sağlanması şeklinde özetlenebilecek iki ana hedef doğrultusunda atması gereken bazı adımlar bulunmaktadır.

Bir model kapsamında ve 4 ana aşamadan oluşan bu adımların ilki Sahraaltı Afrika’da yer alan her bir ülke için potansiyel ve fırsatlar ile bunun yanında risk ve tehditlerin ortaya konmasıdır. Daha önce bahsedilen her iki gayeye yönelik olarak ayrı ayrı yapılması gereken değerlendirme sonunda hangi ülkenin Türk yatırımı için ne anlam ifade ettiği ve ne boyutta fırsatlar sunduğu net bir şekilde ortaya konmuş olmalıdır.

Her bir ülke için gerçekleştirilmiş olan detaylı analizlerin ve enerji profillerinin çıkartılması sonrasında geçilecek ikinci aşamada ise hangi ülkelerin Türk yatırımı için uygun olduğunun, hangilerinin ise yetersiz olduğunun kararının verilmesi gerekmektedir. Şüphesiz Türkiye’nin sahip olduğu ve her ülke için aynı olmayan avantaj ve dezavantajlarının da hesaba katılmasıyla ortaya çıkacak bu çalışma sonrası Türkiye’nin Sahraaltı Afrika’ya yönelik olarak sağlayacağı yatırımın yönü ve kapsamı belirlenmiş olacaktır.

Hedef ülke ve yatırım alanlarının belirlenmesinin ardından 3. aşama çerçevesinde ise sıra bu ülkelere yönelik gerek siyasi ve ekonomik gerekse askeri ve sosyo-kültürel anlamda karşılıklı bağın tesis edilmesi ve kuvvetlendirilmesine yönelik çalışmalar gelmektedir. Hedef ülkelerde diplomatik misyonların güçlendirilmesi, TİKA ve YTB vb. kuruluşlar vasıtasıyla yumuşak güç unsurlarının uygulanması, vize vb. alanlarda muafiyetlerin sağlanması, karşılıklı ekonomik ve ticari işbirliği anlaşmaların imzalanması, çifte vergilendirmenin önüne geçecek mekanizmaların tesis edilmesi, Türkiye’nin tanıtımı ve varsa olumsuz yöndeki algıyı yıkmak amacıyla tanıtım ve fuar faaliyetlerinde bulunulması bu yönde atılabilecek adımların bir kaçıdır.

Son aşamada ise uygulamaya konacak olan yatırımın her türlü detayı içerecek şekilde projelendirilmesi ve uygun finansman modeliyle desteklenmesi gelmektedir. Özellikle yatırımın başlaması ve sağlıklı şekilde devamı için finansmanın uygun şart ve koşullarda sağlanıyor olması büyük önem arz etmektedir. Fakat finansman yönteminin ortaya konmasından önce de yapılması ya da kararlaştırılması gereken çok sayıda nokta bulunmaktadır.

Bunlardan ilki planlanan yatırımın ne tür bir ortak modeliyle gerçekleştirileceğinin kararının verilmesidir. Türkiye’nin Sahraaltı Afrika’da henüz gelişme aşamasındaki bir ülke olduğu düşünüldüğünde yatırımın bir konsorsiyum şeklinde faaliyete konması önem arz eden bir detay olarak karşımızda durmaktadır. Bunun yanında özellikle yüksek risk içeren bölgelerde yatırım faaliyetlerinin belli kısımlarında yerel ortak/taşeron kullanılması ya da projenin bölgede tecrübe sahibi bir şirketle ortak şekilde yürütülmesi riskin ortadan kaldırılması ya da paylaşılması noktasında önemli bir avantaj olacaktır. Buna ek olarak Türk şirketlerince kurulacak olan konsorsiyumlarda Türk kamu şirketlerinin de iş ortaklıklarına ve taahhüt sözleşmelerine dahil edilmesi uygun olacaktır. Özellikle yatırımın gerçekleşeceği ülkelerden gerekli garantörlüğün alınmadığı durumlarda bu uygulama Türk özel şirketleri için bir güvence ve aynı zamanda proje için de tetikleyici bir güç olacaktır.

Riskin ortadan kaldırılması ya da minimum düzeye indirilmesi hususunda bölgeye yönelik yatırım faaliyetinde bulunacak olan şirketlere gerekli sigortalama işlemlerini yapmaları noktasında bir irade konması faydalı olacaktır. Özellikle maliyeti düşürme adına sigortalatılmayan proje ve yatırımlar zaten çeşitli risk unsurları barındıran bölgedeki istenmeyen olaylarda yatırımcılar için hayal kırıklığına sebep olabilmektedir. Bunun yanı sıra projenin tamamlanmasının ardından devrinin ne şekilde yapılacağı da pazar şartları ve karlılık gibi konular değerlendirilerek karar verilmelidir. Öyle ki bölgede yapılan enerji projelerinin büyük çoğunluğu ihale karşılığı tesis edilmekte ve akabinde ilgili ülkeye ya da yerel bir şirkete satılmaktadır. Diğer bir yöntem olarak ise “yap-işlet-devret” modeliyle proje yatırımcı şirketler tarafından tamamlanmakta ve akabinde bir süre işletildikten sonra karşılıksız olarak devredilmektedir.

Proje için en kritik olan gerekli finansman modelinin oluşturulması noktasındaysa, bilindiği üzere zaten ekonomik olarak zor koşullarda ve ağır borçlanma içerisinde olan Sahraaltı Afrika ülkeleri yatırımlara yönelik olarak hazine garantisi verememektedir. Bu nedenle de Türkiye’nin yatırımlarda öne çıkabilmesi adına kazandır-kazan anlayışına sahip, her ölçekteki proje için uygulanabilir olan, insan odaklı ve kendine has bir finansal modeli ortaya koyması ve uygulaması gerekmektedir.

Yukarıda hususiyetle zikredilen her iki ana gaye için de ayrı ayrı oluşturulacak model kapsamında ilk olarak enerji üretimi ile iletim&dağıtım altyapılarının oluşturulmasına ilişkin yatırımlarda yerel hükümetin gerekli garantörlüğü sağlamaması halinde bu yatırımların karşılığında Çin örneğinde de olduğu gibi rezerv potansiyeli olan sahalarda arama, çıkarma ve işleme izni talebinde bulunulması düşünülmelidir. Diğer bir ana faaliyet alanı olan petrol, doğalgaz gibi enerji kaynaklarını arama, çıkarma ve işleme projelerinde ise gerçekleştirilecek olan yatırımın karşılığında elde edilecek rezerv ya da ürünün bir kısmının Türkiye’nin kullanımına sunulması bir kısmının da ülkenin yerel kullanımına tahsis edilmesi düşünülebilir. Tabi her iki taraf için fayda sağlayıcı mahiyetteki bu anlaşmanın başarıya ulaşabilmesi için en azından projenin ilk fazlarında gerekli finansal kaynağın da hazır halde bulundurulması gerekmektedir. Bu noktada da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde Sahraaltı Afrika’daki enerji yatırımlarına yönelik olarak Türkiye Cumhuriyeti Varlık Fonu benzeri bir yapının kurulması gerekmektedir. Kurulacak bu yapı ile beraber de gerek hazine bütçesinden gerekse diğer ülke Eximbank’ları ve Dünya Bankası, Afrika Kalkınma Bankası gibi uluslararası kuruluşlar tarafından sağlanabilmekte olan fonların aktif hale getirilmesi ile bahsi geçen her iki türdeki enerji yatırım faaliyetleri için de gerekli finansmanın gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.

Son olarak, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Türkiye Mütahitler Birliği gibi kurum ve kuruluşların da yer alması gereken bu yapı ile birlikte Sahraaltı Afrika’ya yapılacak olan ve yukarıda aşamaları sıralanmış olan yatırımların tek elden yönetilmesi, takibinin çok iyi yapılması ve raporlanması yerinde bir adım olacaktır. Bu sayede devletin enerji yatırımlarında kurumsal kimliğin oluşması sağlanmış ve kıta genelindeki tüm kamusal ve özel enerji faaliyetlerin bir envanteri oluşturularak kayıt altına alınmış olacaktır.

Share.

Yazar Hakkında

Murat Erata 1990 yılında İstanbul'da doğdu. Aslen Trabzon/Şalpazarılı'dır. İlköğretim ve lise eğitiminin ardından, 2013 yılında Boğaziçi Üniversitesi Yönetim Bilişim Sistemleri (İngilizce) bölümünden derece ile mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini 2018 yılında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında hazırladığı "Sahraaltı Afrika'da Enerji: Türkiye-Afrika Ortaklığı" konulu tez ile başarıyla tamamladı. Profesyonel kariyerine ilk olarak Çalık Holding'de başlayan Murat Erata halen Enerji Piyasaları İşletme Anonim Şirketi'nde (EPİAŞ) İş Zekası ve Veri Ambarı uzmanı olarak devam etmektedir. İleri seviyede İngilizce bilmektedir.

Yorum Yap