Afrika Ekonomi-Politiği ve Türkiye’nin Konumu

0

Dünya Ekonomisini Besleyen Kıta: Afrika

Ekonomi ile siyaset arasındaki derin ilişki dikkatle incelendiğinde, ekonomik koşulların siyasi atmosferi kolaylıkla etkileyebildiği ve şekillendirebildiği göze çarpmaktadır. Afrika örneği söz konusu olduğunda ise bu önerme daha fazla işlerlik kazanmaktadır. Afrika kıtası gerek sömürgecilik döneminde, gerekse sömürgeciliğin ardından sahip olduğu ekonomik özellikler nedeniyle dünya siyasetinde oldukça önemli bir rol üstlenmiş ve siyasi tarihin hemen her döneminde başat güç olma iddiasındaki devletlerin ilgisini çekmiştir. Bu bağlamda, kıtanın sömürgeciliğin başlangıç noktası olarak kabul edebileceğimiz 15. yüzyıldan, sömürgelerin tasfiye sürecinin nihayet bulduğu 19. yüzyılın ortalarına kadar özel anlamda Avrupa ekonomisine, genel anlamda ise dünya ekonomisine olumlu yönde bir katkı yaptığı, kalkınan ulusların refahını sağlama noktasına çimento işlevi gördüğü günümüzde neredeyse yadsınamaz bir gerçektir. 16. ve 19. yüzyıllar arasında köle ticareti ve kıtaya ait altın, gümüş, fildişi ve çeşitli baharatlar gibi unsurların Avrupa’ya taşınması ile sağlanan bu ekonomik katkı, 19. yüzyılda ise hızla artan Avrupa sanayisinin devamlılığını sağlamak adına Afrika’nın ham maddelerinin Avrupa kıtasına taşınması şeklinde kendisini göstermiştir. Günümüzde de, Afrika kıtası ekonomik olarak birçok alanda faaliyet gösterilebilecek yatırım imkânları ve zengin yer altı ve yer üstü kaynakları ile AB, ABD, Japonya ve BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) başta olmak üzere kıtanın dışındaki birçok aktörün iştahını kabartmaktadır.

Varlık İçinde Yokluk Sorunsalı

Dünya topraklarının neredeyse dörtte biri Afrika kıtasında yer almaktadır. Son derece verimli olmasının yanı sıra altında ve üstünde büyük zenginlikleri de barındıran bu topraklar, dünya nüfusunun yaklaşık % 15’ini üzerinde barındırmaktadır. Kıta ülkeleri genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir.  Uygun eğitimler verilip, uygun envanterle desteklenmesi halinde, belirtilen genç ve dinamik nüfusun gerek Afrika, gerekse dünya ekonomisine oldukça büyük katkılar sunması kaçınılmazdır. Neredeyse her üç ülkeden birinin zengin petrol ve gaz yataklarına sahip olduğu kıta ülkeleri ayrıca elmas, altın, kobalt, platin, krom, uranyum ve koltan gibi değerli minerallere de sahiptir. Afrika topraklarında yetişen birçok ürün de kıta ülkelerinin Avrupa ekonomisini beslemesine ve gıda, kozmetik gibi birçok alan başta olmak üzere kıtadan Avrupa başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine ham madde temini sağlamasına olanak sağlamaktadır. Ayrıca sömürgecilik döneminde uzun bir süre ihmal edilen kıta ülkeleri ticari ve sınai yönden kasten geri bırakıldıkları ve belirtilen süreçte mevcut kaynaklarının önemli bir kısmı gasp edilip Batıya götürüldüğü için altyapı başta olmak üzere çeşitli yetersizlikler ile karşı karşıyadır. Söz konusu yetersizlikler Afrikalıların kendi kaynaklarını yeterince işletip kullanamamasına ve zengin yeraltı ve yer üstü kaynaklarına sahip olmalarına rağmen yoksul bir kıta imajı çizilmesine neden olmaktadır. Bir başka unsur ise Afrika pazarlarının önemidir. Kıta ülkeleri sürekli artan nüfusu ve bahsedilen zenginlikleri ile yeni pazar arayışındaki çeşitli ülkelerin nazar-ı dikkatini celbetmektedir.

Kıtanın yazımıza konu olan ekonomik potansiyeli, başta eski sömürgeci devletler olmak üzere Çin, Japonya, Brezilya, Hindistan, Rusya, ABD ve AB,  gibi aktörlerin tabir-i caizse kıtadaki mevcut ekonomik pastadan pay almak hususundaki rekabetine neden olmaktadır. Söz konusu rekabette her ulus farklı bir yöntemle hareket etmekte ve rakip ülkelerin kıtaya yönelik faaliyetlerinden de kendince dersler çıkarmaktadır. Kıtadaki en etkili iki eski sömürgeci devlet olan İngiltere ve Fransa kıta ülkeleri üzerindeki ekonomik ve siyasi nüfuzunu kullanmaktadır. ABD ve AB gibi unsurlar ise ekonomik ve siyasi güçlerini kullanarak kıtada etkin olmaya çalışmakla beraber, bu güçlerini bir koz olarak kullanarak da Afrika ülkelerine kendi ekonomik, siyasi ve sosyal pratiklerini benimsetmeye çalışmaktadır. ABD ve AB gibi aktörlerin bu tavrı karşısında, ülkelerin iç işlerine karışmayı egemenlik haklarına saldırı olarak ifade eden ve kıta ülkelerine yönelik gerçekleştireceği yatırım ve yardımları herhangi bir ön koşula bağlamayan Çin’in başarısı göze çarpmaktadır. Ne var ki, Çin’in söz konusu hamlesi de Afrikalıların kazanç hanesinde yeni bir artı olarak geçmek yerine, yeni-sömürgecilik anlayışı kapsamında değerlendirilmektedir. Brezilya, Rusya, Japonya ve Hindistan gibi aktörler ise siyasi meselelerden ziyade, ekonomik meselelerle meşgul olarak kıtada üzerindeki rekabetteki yerini almış durumdadır.

Geçmişin Karanlık İzleri

Afrika kıtası her ne kadar uzun vadede ekonomik olarak dar boğaza girmesi beklenen bir dünyada önemli kaynakları içerisinde barındırsa da, kıtanın bugünü ve geleceği için tamamen olumlu bir tablo çizmek mümkün görünmemektedir. Zira gerek sömürgecilik döneminin yanlış ve hatalı uygulamaları, gerekse bağımsızlığın ardından Afrikalı ulusların kendilerini içerisinde buldukları Soğuk Savaş ortamının bu uluslara özgün bir sistem oluşturma imkânı tanımaması nedeniyle kıta ülkeleri günümüzde çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmak durumundadır. Örneğin sömürülen kaynakları ve tahrip edilen sosyal, siyasal ve ekonomik sistemi nedeniyle hâlihazırda pek çok Afrikalı devlet yoksulluk sorunu ile mücadele etmektedir. Bir başka örnek olarak ise, sömürgecilik döneminde sömüren devletlerin ekonomik çıkarları gözetilerek ve gelişigüzel bir şekilde çizilen sınırlar Afrikalı devletleri ve halkları karşı karşıya getirmekte, kıta ülkelerinin enerjisini nispeten olumsuz bir mecrada harcamasına neden olmaktadır.  Burada en dikkat çeken unsur ise, Batılıların yüzyıllardır kıtada izlediği politikaların neticesinde Afrikalı devletlere kendilerine özgü siyasi ve ekonomik bir sistem oluşturma imkânı verilmemesi ve dolayısıyla söz konusu devletlere uygun olup olmaması düşünülmeden batılı fikir ve pratiklerin aşılanmaya, hatta zorlanmaya çalışılmasıdır. Gelinen noktada ise, Afrikalı devletler oldukça kırılgan bir ekonomik ve siyasi yapıya sahiptir. Bu durum, kıta ülkelerinin dış müdahaleye ve manipülasyona son derece açık bir yapıda olmasının da en önemli izahlarındandır. Tam da bu noktada, Türkiye başta olmak üzere kıtaya farklı bir üslup ve dil ile yaklaşma iddiasındaki devletler ön plana çıkmaktadır.

Afrika-Türkiye İlişkilerinde 2000’li Yıllar

Osmanlı Devleti döneminde kıta ile olan derin bağlarına rağmen Türkiye Cumhuriyeti devleti, kuruluşundan itibaren uzunca bir süre mevcut siyasi konjonktürün de etkisiyle Afrika kıtasına Etiyopya’da büyükelçilik açmak gibi birkaç istisnai hareket dışında kayıtsız kalmıştır. Zira 2000 yılına kadar ülkemizin Afrika’daki büyükelçiliklerinin sayısı deyim yerindeyse bir elin parmaklarını geçmemekteydi. Bu durum doğal olarak Türkiye’nin kıta ülkeleri ile ekonomik ilişkilerine de yansımıştır. Ülkemizin kıta ile olan ilişkilerini daha tatmin edici bir seviyeye çekmek amacıyla atılan ilk adım ise 1998 yılında İsmail Cem’in dışişleri bakanlığı döneminde ortaya atılan Afrika Eylem Planı’dır. Ne var ki, belirtilen süreçteki ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların bir sonucu olarak ülkemizin Afrika ile olan sosyal, siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayan bu plan ve Türkiye’nin Afrika politikasının revize edilme arzusu bir süre daha unutulmuştur.

AK Parti’nin 2002 yılında iktidara gelmesi, Türkiye-Afrika ilişkilerinde bir nevi dönüm noktası olmuştur. Bu partinin iktidarı ile birlikte, İsmail Cem döneminde de arzu edilen, fakat hayata geçirilemeyen Türkiye’nin Afrika politikasını canlandırma isteğini faaliyete geçirme imkânı yakalanabilmiştir. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılını “Afrika yılı” ilan etmesi ise ülkemizin gerek ekonomik anlamda, gerekse siyasi anlamda kıtaya yönelik farkındalığına olumlu yönde bir katkı sunmuştur. 2009 ve 2014 yıllarında iki kez düzenlenen Türkiye-Afrika zirveleri ve Erdoğan’ın gerek başbakanlığı, gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde kıtadaki 28 ayrı ülkeye gerçekleştirdiği ziyaretler de kıta ülkeleri ve Türkiye arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkilerin muhteviyatını derinden etkilemiştir. Günümüzde Türkiye’nin kıtada 39 büyükelçiliği, Afrika ülkelerinin ise Türkiye’de 33 büyükelçiliği bulunmaktadır.

Türkiye’nin kıtaya artan ilgisi ve Türk Dış Politikası

Ülkemizin son yıllarda Afrika’ya artan ilgisi, kıta ülkeleri ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin seyrinin değişmesini sağlamıştır. Nihai noktada,  Afrika kıtası ile olan ticaret hacmimiz 2003 yılından günümüze kadar izleyen süreçte yaklaşık 3 kat artmış ve 2003 yılında 5.47 milyar dolar olarak ifade edilen karşılıklı ticaret hacmi, 2016 yılının sonuna gelindiğinde 16,7 milyar dolar seviyesine çıkmıştır. Buna mukabil, aynı süreçte Sahra-altı Afrika ülkeleri ile olan ticaret hacmimiz de yaklaşık 5 kat artmış ve 2003 yılında 1.17 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2016 yılının sonunda 5,8 milyar dolara yükselmiştir. Ayrıca kıtada Türk devletinin ve Türk işadamlarının 6 milyar doların üzerinde doğrudan yatırımı bulunmaktadır.  Başta Türk Hava Yolları olmak üzere birçok kurum da mevcut ekonomik ve siyasi ilişkilerin daha ileriye götürülmesinde Türk devletinin menfaati doğrultusunda hareket etmektedir.  THY günümüzde kıtada 30’un üzerinde ülkeye ve 50’nin üzerinde noktaya sefer düzenlemektedir.

Afrika kıtası çeşitli yönleriyle Türkiye için ekonomik ve siyasi olarak ciddi bir alternatif durumundadır. Türkiye’nin enerji bakımından dışa bağımlı yapısı ve ihtiyacı olan enerjiyi genellikle komşularından satın almak durumunda kalması, Afrika’nın zengin petrol ve gaz yataklarına sahip ülkelerini Türk Dış Politikasında kolay kolay yadsınamayacak alternatifler olarak ön plana çıkarmaktadır. Ayrıca, kıta ülkelerinin birçok farklı alan ve sektörde yatırım yapmaya son derece elverişli yapıları da, bu alanda faaliyet gösteren çeşitli Türk girişimcilerin dikkatini çekmektedir.  Son yıllarda kıta ülkeleri ile Türkiye arasındaki artan karşılıklı ticaret hacminin boyutu da düşünüldüğünde, bir alternatif olarak Afrika kıtasının ve bu kıtanın ülkelerinin potansiyelini gözler önüne sermektedir. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin bazı tarihi, kültürel ve yapısal özellikleri Afrikalılarla kurulan mevcut siyasi ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinde kolaylaştırıcı rol oynayabilecek bir işleve sahiptir.

Ülkemizin tarihin hiçbir döneminde kıtaya yönelik sömürgecilik arzularının ve girişimlerinin bulunmaması, Osmanlı’nın geçmişte kıtanın çeşitli bölgeleriyle iyi ilişkiler kurması ve bu bölgeleri kollaması, İslam dini üzerinden ortaya çıkan ortak aidiyet vurgusu ve Türk politikacıların bölgeye diğerlerinden farklı yaklaşarak, bölgenin kaynaklarını sömürmek yerine kazan(dır)-kazan anlayışıyla hareket etmesi Afrikalıların Türkiye’yi ve bu ülke ile kurulacak ekonomik ve siyasi ilişkileri daha kolay benimsemesine vesile olabilmektedir. Türkiye açısından düşünüldüğünde, Afrika kıtası ile ilişkileri daha ileri bir seviyeye getirmenin en önemli avantajı ise uzunca bir süredir Avrupa, Avrasya ve Ortadoğu üçgeninde sıkışıp kalan Türk dış politikasının yeni bir hareket sahası bulabilme imkânıdır. Bu yönüyle kısa, orta ve uzun vadede Türkiye ile Afrika kıtası ülkeleri arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkilerin daha da fazla gelişmesi kaçınılmaz gibi görünmektedir.

Share.

Yazar Hakkında

Hasan Aydın 1993 yılında İstanbul, Üsküdar’da doğdu. İstanbul’da geçen ilköğretim ve lise eğitiminin ardından, 2016 yılında Yalova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölümünden derece ile mezun oldu. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim dalında başladığı tezli yüksek lisans eğitimini 2018'de başarıyla tamamlayıp aynı bölümde doktora eğitimine başlamıştır. İleri seviyede İngilizce bilmektedir. İlgi alanları, Din ve Milliyetçilik, Sömürgecilik ve Afrika’da ABD Dış Politikası’dır.

Yorum Yap